VEFALI ARKADAŞLARIM

Koğuş denilen odamızın çatısının altına yuva yapan sevimli kırlangıç ve küçük yavrularını benim çatı arkadaşlarımdı, her gün onları seyretmeyi çok seviyordum. Arkadaşlarıma bir de sıfat takmıştım: Hızlı Çalışkan Kırlangıçlar…

Kırlangıç arkadaşlarım tatlı tatlı cıv cıv cıv diye öten kuşlardı, çok temiz ve güzel elbiseleriyle de dikkatimi çekiyorlardı. Küçücük gagalarıyla ustaca taşıdıkları çamuru muhteşem bir mimari yapıya dönüştürerek yuvalarını yapmaları ve bu çamuru tüylerine bulaştırmadan tertemiz pırıl pırıl kalmaları mucize gibiydi. Kırlangıçlar, kutu yaşamındaki düzenli, temiz, yetenekli ve çalışkan arkadaşlarımdı benim. Göğüslerinin alt kısmındaki beyaz tüyleri her gün severek giydiğim elbiseme benziyor, üstü siyah olan giysisi ise tişörtümü çağrıştırıyordu. Bu güzel kırlangıç arkadaşlarımın tatlı seslerini duymak, ara sıra başlarını yuvada çıkarıp etrafı seyretmeleri, sevimli gagalarından çıkan cıv cıv cıv nameli seslerini dinlemeyi çok seviyordum.

Her sabah günümüzü mutlulukla dolduran müzik ziyafetini kaçırmamak için erken kalkıyorduk. Onları yuvalarında anneleriyle birlikte seyretmek istiyordum. Onlar yuvalarında erkenden kalkıp sempatik hareketlerle başlarını yuvanın dışına çıkarıp etrafı seyrediyor, bizleri bakışlarıyla selamladıktan sonra hızla yuvalarından çıkıyor, gökyüzünde doya doya uçarak özgürlüğün ve mutluluğunun tadını çıkarıyorlardı. Onların anneleriyle uçmalarına imrenerek seyrederken, dört aylık bebek olarak girdiğim bu yerde annem ve güzel arkadaşlarıyla avludan başka bir yere çıkamamak beni çok üzüyordu. Keşke bizim de uçacak kanatlarımız olsaydı, buradan özgürce uçsak, mutlu olabileceğimiz yerlere gitsek diye onların arkasından üzgün üzgün bakıp duruyordum. Yuvalarına döndüklerini mutluluk sarhoşu gibi attıkları çığlıklardan ve kanat çırpışlarından anlıyordum. Sevgili kırşangıç arkadaşlarım gökyüzünde özgürce dolaşmanın hazzını yaşadıkları gibi şimdi de yuvaya dönüşün sevincindeydiler. Bu ne güzel bir hayattır. Benim de böyle bir hayatım olacak mı acaba?

 Kuşlar çeşit çeşit, hepsi kanatlı olsa da farklı isimlerle çağrılıyorlar. Çünkü her birini diğerinden ayıran farklı özellikleri var. Kırlangıçlara göre ağır, tembel ve dağınık olan arkadaşlarımın adı serçe. Kırlangıçlar ve serçeler odamızın çatısının altındaki duvara sıra sıra yuvalarını yapmışlar, bizim yakın komşu ve arkadaşlarımız olmuşlardı. Onların sesleri, kanat çırpmaları, yuvadan pırr diye çıkıp uçmaları hapishane denilen kutu yaşantımın vazgeçilmezi olmuştu.

Serçe arkadaşlarımızı da en az kırlangıçlar kadar seviyordum. Onların kırlangıçlara göre daha kalın olan seslerini duymak ve yuvalarındaki hareketlerini izlemek istiyordum. Bu hayvanların hepsi kanatlıydı, gökte uçabiliyor ve dış dünyada özgürce yaşayabiliyorlardı. Fakat bazı özellikleriyle birbirlerinden ayrılıyor, gökyüzünde farklı bir güzellik oluşturuyorlardı.

Kırlangıç arkadaşlarım serçelere göre minicikti; büyük zorluklarla güzel yuvalarını yapıp yerleşmelerini gözlüyor, garip bir hayranlık ve heyecan duyuyordum. Yuvalarını yapmak için nasıl uğraştıklarını izlemek çok öğreticiydi.

Bir gün biz de kendi yuvamızı yapabilecek miyiz acaba?

Serçeler ve Kırlangıçlar

Bin bir hayal kurarak her gün kırlangıçların yuva yapma çalışmalarını izliyordum. Bir gün beklenmedik bir şey oldu, kocaman bir serçenin kırlangıç yuvasını işgal ettiğini gördüm. Dehşet içinde kalmıştım, bu nasıl olabilirdi? Kırlangıçların onca emeği ve çabası serçeler tarafından nasıl böyle gasp edilebilirdi?  Bu açıkça haksızlıktı. Serçeler daha güçlü diye bunu yapma hakkını kendilerinde nasıl bulabiliyordu?  İçimde büyük bir öfke uyandı. Çatıya çıkmak, serçeleri kovmak, kırlangıçları bu haksızlıktan korumak istedim, fakat gücüm yetmiyordu bunu yapmaya. Hiçbir haksızlığı görmezlikten gelemem, büyüdüğümde buna göz yummayacağım. Acaba kuşlar arasındaki bu haksızlığı ve dünyadaki bütün haksızlıkları önleyecek bir yol yok mu diye düşündüm. Konuyu anneme sordum; nasıl bir hata yaptım bilmem; annem gözyaşlarına boğulup kalakaldı. O kadar üzgündü ki başka soru soramadım.

Düzenli olarak koğuş avlusuna gelen yeni arkadaşlarımdan vefalı kargayı, parlak kırmızı rengi ve beyaz noktalarıyla uğur böceği arkadaşımı, kendi ağıyla yaptığı muhteşem salıncakta sallanan akrobat örümceği, duvarlara sıra sıra tırmanarak zorlu yollardan geçen, bir sürü engelleri aşarak hayatlarını sürdüren karıncaları, beyaz, sarı, mavi renklerle boyanmış güzel kanatlarını hareket ettirerek uçuşunu zevkle seyrettiğim kelebeği anlatmak istiyorum size. Güzel ve büyülü kelebeği bir sabah askıdaki beyaz çamaşırıma konduğunda tanımıştım. Nokta nokta benekleri olan güzel kelebeği görmek, hareketlerini uzun uzun seyretmek ve kanat seslerini müzik niyetine dinlemek beni sıkıcı  bir ortamdan kurtardığı gibi çok mutlu ediyordu. Çünkü hapsihane denilen kutuda benim gibi bir çocuğun yaşaması için hiçbir cazibe ve güzellik yoktu. İsim ve özelliklerini saydığım kıymetli arkadaşlarım hâlimi anlamışlardı.

Hayvan denilen varlıkların bile anladığı, fakat yurdumuzu idare eden büyüklerin anlamadığı konuyu biraz daha açmak istiyorum. Bu konuyu yeniden açacağım, çünkü benden sonra hiçbir çocuğun böyle bir haksızlığa maruz kalmasını istemiyorum.

İçinde yaşadığımız koğuş denilen mekân tek odadan oluşuyor. Bu tek odada annem ve güzel arkadaşlarıyla birlikte yaşıyoruz. Kutu da dediğim bu mekânda banyo, yemekhane, tuvalet, yatak odası hepsi bir arada. Annem ve arkadaşları günün belli saatlerinde namaz kılıp dua ediyorlar; bu etkinlikleri de aynı yerde yapıyorlar. Kutuda bir de televizyon var; kimi kadınlar televizyon izlerken kimileri kitap okumaya çalışıyor. Bazen bir kenarda veya yataklarının üstünde deftere bir şeyler yazanlar da oluyor. Bu kadar farklı şeyi aynı yerde nasıl yapabildiklerine şaşırıyorum. Haa bu arada ben oyun oynamak istiyorum; top oynamak, koşmak, bazen yüksek sesle haykırmak… Hiçbirini yapamıyorum, çünkü hem bunları yapabilecek alan yok hem de kimseyi rahatsız etmek istemiyorum.

Garip kıyafetli bir kadın her gün gelip bizi sayıyor: Bir, iki , üç, dört, beş…. Bunun neden yapıldığını hiç bilmiyorum; say say bitmiyor yahu. Bir saymayı bile öğrenemedi mi koskoca kadın? Bu sayıları duymaktan ben usandım, garip kıyafetli kadın usanmadı. Nasıl usanmadığını bir bilsem…

Hepimizin ayrı ranzası olsa hayatımız belki bu kadar zor olmayabilirdi. Gece ışıklar sönüp etrafa karanlık çöktüğünde yerlere yataklar seriliyordu. Annemle aynı yatakta yatıyor, betona düşmemek için birbirimize sıkıca sarılıyorduk.  Mozaik betona düşmemek için annemin arkadaşları sünger döşeklerini bizim döşekle birleştiriyorlardı. Bu küçücük kutuda birbirimize destek olarak yaşamak zorundaydık galiba, aksi hâlde burada yaşamak imkansızdı. Annemin güzel arkadaşlarının bu iyilik dolu hâllerini gördükçe çok mutlu oluyordum, demek ki dünyada çok fazla iyi insan vardı. Uykuya dalmadan önce aklıma gelen herkese dua ediyordum. Bilmem neden, koğuştaki kadınlar benim dualarımı çok önemsiyordu. Bazen tek tek bana söyletiyorlardı dua cümlelerini. Kalbimden gele gele söylüyordum istediklerini. Ben özel dualarımda çocukların babalarına, annelerin yuvalarına dönerek bütün sevenlerin kavuşmasını istiyordum Allah’tan, çünkü şu kısacık hayatımda öğrendiğim ilk şey herkesin sevdiklerinden ayrılmış olmasıydı.

Lütfen Allah’ım, bütün sevenleri birbirine kavuştur. Amin…