BEKLENEN VE ÖZLENEN GÜNEŞ

Gökyüzü sadece engin bir mavilik değildi, bazen orada parıldayan güneşi görüyordum kısa süreliğine de olsa. Güneşin kendisini görmesem de uzun ve sıcak kollarıyla beni kucakladığını söylerdi annem. Annemin dediğine göre, güneş beni çok sevdiği için hep kucaklıyormuş. Bunu öğrendiğimde çok mutlu olmuştum, ben de güneşi seviyor ve onu kucaklamak istiyordum.

Bazı mevsimlerde güneş bize daha sıkı sarılıyordu. Bu mevsimlere yaz ve ilkbahar diyor annem. Demek ki güneş de mevsimlere göre seviyor çocukları. Aslında her zaman seviyormuş güneş bizi, fakat yılın belli zamanlarında dünyadaki diğer çocuklara daha yakından sarılıyormuş. Böyle bir denge olduğunu söyledi annem ama çok da iyi anlamadım.

Güneşi çok tanımıyorum aslında, sadece temasını hissediyor ve beni sevdiğini biliyorum. Demek ki sevgiyle kucaklanmak asıl istediğim. Mesela zaman zaman ziyaretimize gelen dedem bana şefkat ve özlemle sarılıyor, o kadar mutlu oluyorum ki…

Küçük bir çocuk olduğuma bakıp beni hiç bir şeyden anlamaz zannetmeyin; özlem duygusunu da biliyorum ben. Hiç görmediğim babamı çok özledim mesela. Annem onun fotoğraflarını gösterdi bana, kutu dışında yaşarlarken birlikte çektirdikleri bir sürü fotoğraf var, babamı o fotoğraflardan tanıdım.

Bizi bu kutuya kapatan adamlar babamı da başka kutuya kapatmışlar meğer. Bu yüzden birbirimizi hiç göremiyoruz. Onun bana sarılmasını, sıcaklığıyla beni korumasını çok istiyorum. Bunu hiç yaşamadım ama yaşamış gibi özlüyorum.

Ablam Eda dedemlerle yaşıyormuş, bazen ziyaretimize geliyor. Ablamı ne kadar çok sevdiğimi kimse tahmin edemez. Elyaf oyuncaklarımı ona bile gösteremedim, sevimli arkadaşım kargayla onu tanıştıramadım. Ne kadar kötü…

Ablam, babam, dedem, amcam, bir sürü sevdiğim var ve onlarla birlikte yaşamak istiyorum. Babamı sadece fotoğraflarda gördüm, bunda bir gariplik yok mu sizce de? Ablamla hiç oyun oynayamadım. Benim onun dünyasına gitmem imkansızmış, onun da kutumuza gelmesi yasakmış… Bu yasaklar fazla sevimsiz ve anlamsız değil mi?

Bu yasaklar olmasa onlara sevimli arkadaşlarımı tanıştırırdım. Vefalı kargayı,
güzel kelebeği, kibar kırlangıç ve yavrularını, akrobat örümceği, beni tedavi eden doktor arıyı, engelleri aşan karıncayı, çok sevmesem de haksız serçeyi, zıp zıp çekirgeyi onlara tanıtmak istiyordum. Eminim arkadaşlarımı en az benim kadar sevecekler. En büyük endişelerimden biri bu: Kutu hayatından dünyamıza çıktığımda bu arkadaşlarımla beraber olup onları ailemle tanıştırabilecek miyim?

Babama Özlem

Annemle babam birbirlerine düzenli olarak mektup yazıyorlar. Sanırım annem babama bu sorunlarımdan söz ediyor, çünkü babam mektuplarında bu konular hakkında güzel şeyler söylüyormuş bana. Annem mektubun o kısımlarını yüksek sesle okuyordu. Ben biraz daha büyüdükten sonra babam bana özel mektuplar göndermeye başladı. Annemin mektup zarfının içine koyduğu küçük zarfta bana yazdığı mektuplar oluyordu.

Babam bana özel mektup göndermeye başladığında çok farklı bir duygu hissettim, büyümüştüm galiba. Büyümüştüm ama babamın bana yazdığı mektupları okuyamıyordum. Bunun için daha çok büyümem gerekiyormuş. Yeterince büyüyünceye kadar annemin yardımlarıyla yetinmem gerekecekti.

Babam farklı kutularda yaşama nedenimizi “kötülük” kelimesiyle açıklıyordu. Her devirde iyiler ve kötüler oluyormuş. Kötüler ise iyilere kötülük yapmaktan çekinmiyor, kendi güçlerini bu şekilde çoğaltıyorlarmış.

Kötülük konusunu anlamadım aslında. Benim arkadaşlarım arasında kötü yok, bu yüzden onlardan korkmam gerekmiyor. Dünyamızda kötülerin olmadığı kutular bulabilir miyiz kendimize?

Annem bunun çok mümkün olmadığını söyledi. Bu acılar her devirde yaşanmış, fakat biz iyiler ne kadar kötülüğe maruz kalsak da iyilikten vazgeçmemeliymişiz.

Babam bu iyi adamlardan birinin -tıpkı kendisi gibi- oğluna mektuplar hatta şiirler yazdığını anlatmıştı mektubunda. Necip Fazıl Kısakürek ismindeki bu şair hapse düşmüş ve oğlu Mehmet’e ZİNDANDAN MEHMET’E MEKTUPLAR diye bir şiir yazmış. Babam da ailemizin fertlerinin hep ayrı bir yerlere savrulduğunu söyleyerek, “Canım oğlum, bizde kim kime şiir yazacak bilemiyorum.” Diye yazmıştı. Bu söz nedeniyle hissettiğim duyguları anlatamıyorum, bu çok zor.

Babamın şiiri ona olan özlemimi arttırdı. Mektubunda yazdığına göre, bizim kutunun bulunduğu şehre gelmek için dilekçe vermiş. Hapishane denilen kutularda kadınlar ve erkekler ayrı yaşıyor; babam buraya gelse bile bizimle kalamayacak demektir bu. Olsun, onun burada olduğunu bilmek bile annemle bana iyi gelecek.

Bu arada dedemin güzel gönlünün hep bizimle olduğunu hissetmek bana güç veriyor. Annemin söylediğine göre, babamın bizim şehrimize gelebilmesi iin çok para istemişler ve bu parayı canım dedem ödemiş.

Para denilen şeyin çok güçlü olduğunu anlamaya başladım.

Artık babamın bir an önce sağlıklı bir şekilde gelmesi için dua ediyordum, doğumumun üstünden iki yıl geçtiği halde babamı görememek, onunla ele tutuşup yürüyememek artık çok zor geliyordu. Babamı sadece annemin fotoğraflarında gördüm, bu sizce de çok garip değil mi?

 Bir ziyaret gününde Şahin dedem ve ablam çok sevinçli görünüyorlardı. Dedem bana sarıldı,

-Müjde Yusuf, baban buraya geldi, dedi.

Annem de ben de çok sevindik bu habere.

-Dedeciğim babam niçin buraya gelmedi, o gelmediyse biz babama gidelim, dedim. Annem çok üzüldü bu sözlerime.

-Haftaya biz gelmeyeceğiz, siz babanla doya doya görüşeceksiniz.” Dedi dedem.

 Bu haber üzerine ne hissedeceğimi bilemedim, içim birdenbire garip duygularla doldu. Babamla karşılaşmak hep istediğim ve özlediğim bir şeydi oysa, şimdi içimdeki bu büyük heyecan ve tedirginlik de ne demek?